1980’lerde Özal’la birlikte sözcük dağarcığıma girenlerden birisi sanırım “Likidite”… Konvertibilite gibi finans alanında kullanılıyor. Bu sözcüğü bana öğreten kişiyi veya kaynağı hatırlamıyorum ama bilmeyenler için aynı benzetmeyi kullanacağım.

Diyelim ki, belirli bir birikiminiz var ve araba alacaksınız. Ama aynı zamanda başka bir gereksiniminizde de bu birikimi hemen kullanma olasılığınız var. Alacağınız araba öyle bir araba olsun ki, hemen de satabileseniz, istiyorsunuz. Peki, siz aynı paraya bir vosvos mu yoksa şahin mi alırsınız ? Tabi ki arabanızı hemen satabilmek istiyorsanız, şahin alırsınız. Çünkü vosvosu sadece sevene satarsanız, şahini satabileceğiniz hedef kitle ise çok daha geniş.

İşte şahin bu örnekte vosvosa göre daha “Likit” bir araba…

Peki insan kaynağının, insanın likiti ne demek ?

Likit İnsan; sadece kendi çalıştığı kurumda başarılı, değerli, yaratıcı olan değil başka ortamlarda da aynı değeri yaratabilen insandır. Birikimi, deneyimi ulusal hatta evrenseldir. İster a şirketinde, ister b vakfında çalışsın, ister Türkiye’de ister Hindistan’da isterse Amerika’da çalışsın onun için farketmez.

Şimdi düşünün bakalım, siz ne kadar likitsiniz ? Değerleriniz, birikiminiz ne kadar evrensel ? Başka bir deyişle, yarın işten bir nedenle ayrıldınız veya çıkarıldınız, istediğiniz bir işi hemen bulabilir misiniz ?

Peki kurumunuzdaki yöneticiler, çalışanlar ne kadar likit ? Yani çalışanlarınız ne kadar likitse kurumunuz da o kadar likit olacağından, kurumunuz ne kadar likit ? Kurumuzdaki çalışanlar, başka kurumlarda başka işlerde, sizdeki kadar başarılı olabilirler mi ? Yoksa başka ortamlarda sizdeki “özel” koşullardan dolayı başarılı olamazlar mı ?

Hem kişi hem de kurum olarak “likit” olmak için neler yapıyorsunuz peki ?

Yaz da yavaş yavaş geliyor, bol “likit”ler diliyorum ?