Hep aklımda ama çok karmaşık olduğu için yazamadım bir türlü kadınlar hakkında. O yüzden biraz kişisel gideceğim…

Öncelikle ben çalışan bir annenin oğlu olarak büyüdüm. Bunun zorluklarını, kızkardeşim ile birlikte yaşadım. Ama nedense bir gün bile “Annem keşke çalışmasa da hep bizimle ilgilense” demedim. Sanırım bunu gerektirecek bir ortamı, durumu hiç yaşatmadı annem. Sağolsun, başımızda olsun.

Sonra anneannem. Torosların başındaki köyünde hem davar (keçiler) ile ilgilenip hem de 6 çocuğu büyütmek ne kadar zordur kim bilir.  Çocukluğumuzda gittiğimiz yaz tatillerinde susuz ve elektriksiz bir evde yaşamanın ne olduğunu hatırlıyorum. Kuyudan su çektiğimizi, suyu eşeğe yükleyip kilometrelerce yürüyüp eve getirmeyi. Çocuklarından 4 tanesini üniversite mezunu olarak yetiştirdiğini  düşünüyorum ve aklıma 2 kızım geliyor. Saygıyla ve rahmetle anıyorum.

Sonra aklıma okuduğum bir roman ve kadını en iyi anlatan şairlerden Nazım geliyor. Romanın adı İnci idi sanırım. Japonya’da geçiyordu ve aklımda kalan tek şey; Yıkanma sırasının, misafir / baba / erkek çocuk / büyük baş hayvan / anne olduğu. Ve aklıma aşağıdaki dizeler geliyor.

Kadınlar

Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız


Nazım Hikmet Ran

Kadınların yönettiği, ama erkekleşmeyen kadınların yönettiği sevgi ve huzur dolu bir dünya hayaliyle…

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun…