Herkese merhaba,

Hem kişisel hem de reklam kokan bir yazıyla karşınızdayım sevgili yeşil çay sevenler…

Öğrenim hayatıma ve seçtiğim iş alanına biraz uzaktan bakınca, gittikçe sol beyinden sağ beyine doğru gittiğimi farkettim bir süre önce.

İzmir Fen Lisesi’nden okurken, Endüstri Mühendisliğini seçtim. Fen Liselilerin o dönem en popüler seçtikleri alanlar daha çok, Elektrik-Elektronik Mühendisliği, Bilgisayar Mühendisliği veya Tıp idi. Biraz sağa kayarak, ben Endüstri Mühendisliği’ni seçtim, çok da ne yaptığını bilmeden.

İstanbul Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’ni kazandım. Özellikle ilk 2 yıl Makine Mühendisliği ağırlıklı ders içerikleri nedeniyle zorlanmadım desem yalan olur. O dönem, çevremdeki benim kafadaki arkadaşlarımla, farklı meslekleri düşünmedik değil. Ben fotoğraf çekme ve şiir yazma seçeneklerini düşünmüştüm J Neyse ki son 2 yıl Endüstri Mühendisleri bölüm dersleri başladı da hem ortalamam yükseldil hem de dersleri zevkle izledim.

İzmir Fen ve Endüstri Mühendisliği eğitimleri demek, en azından orta üstü bir analitik zeka demek kabaca. Üniversite bitince, herbişeyden anlayan, analitik yönü güçlü bir mühendis oldum. Peki mutlu olacağım, başarılı olacağım, ben olacağım iş ne olacaktı ?

Bitirme tezim Kıyaslama (Benchmarkimg) idi son sınıfta. Kendimi zorlayarak 2 alanda, dağıtım ve performans yönetim sistemlerini kıyaslama yoluyla geliştirme bitirme tezini hazırladım. Derslerimizde olmayan ama danışman hocamızın danışmanlık yaptığı İnsan Kaynakları alanı, bitirme tezimde “en uygun” bu dedirtti o dönem bana.

Ve İK’cı oldum.

Uzun yıllar da bu alanda çalıştım, uzmanlıktan direktörlüğe kadar…

Evet analitik yönümü çok kullandım. Excel’de yapılan analizleri ve sonrasındaki yapılacakları doğru kurgulamayı öğrendim. Fakat geriye bakınca, işin içinde kalp olmayan, bağ kuramadığım işlerin çok başarılı olmadığını, gerçek başarıyı tattığım işlerin içinde birlikte çalıştığım çalışma arkadaşlarımla güçlü bağlar kurduğumu görebiliyorum artık.

Ne sistemler, ne yazılımlar, ne stratejiler gördüm ama Drucker’ın dediği gibi kültür çıtır çıtır yedi attı duygusuz&anlamsız&ilişkisiz diye çoğunu.

Geçen aylarda Engage & Grow adlı bir Çalışan Bağlılığı Programı ile tanıştım. Bağlılık deyince, beni bilen bilir, en iyilerden biri kesinlikle değilim.

Beni en çok etkileyen yönü ise, kalbe çalışmasıydı. Herkes bilir, beyin ölse de beden yaşayabilir ama kalp durursa, hayat biter.

Eğitimini alırken hep aklıma çalıştığım kurumlar geldi. Başarılı olan tüm uygulamaların temelinde, çalışanı dinlemek,  anlamak ve doğru kültürü yaratmak olduğunu düşündüm. İTÜ’de Endüstri Mühendisliği’nde yüksek lisans yaptığımı unutmuşum elemeyi. Endüstri Yüksek Mühendisi olarak sisteme, sürece inanıyor muyum, kesinlikle evet. Ama…

Ama yalandan değil, göstermelik değil, sadece posterde okumalık, dolaplarda dosyalar içinde değil yaşayan işler için kültür önemli. En zor şey ise kültürü var etmek veya yaratmak.

Olumlu kurum kültürü yaratmak başta olmak üzere pek çok alanda çözüm üreteceğine inandığım Engage&Grow Çalışan Bağlılığı programına inanarak yatırım ve eğitim kararı aldım.

Son 1 ay içinde yaptığım görüşmelerden çıkardıklarım:

  • Engage & Grow sadece “Çalışan Bağlılığı” ve ona bağlı sorunlarınızı (işgücü devir oranının düşmesi, verimin artması, yaratacılığın artması v.b.) çözmüyor. Bölümler arası cumhuriyetlerin yıkılmasına kadar, farklı alanlarda kuruma yarar sağlayabiiyor.
  • Bu iş, hem içerik hem de uygulama açısından bana öylesine uygun ki. Daha çok Artemiz olacağım, bu kesin.

Yukarıdaki 13 görselini merak ediyorsanız ve kurum kültürü / çalışan bağlılığı başta olmak üzere bir İK sohbeti yapalım istiyorsanız, bana ulaşmanız yeterli.

Tanışmak ve bağlı çalışanlarla büyüyen kurumları konuşma dileğiyle…