Başlamadan not: Bu bir ortak blog yazısıdır. İlk bölüm bana, ikinci bölüm Ahmet Eryılmaz’a ait…

15 Temmuz günü yaşananları düşününce ve aynı dönemde “House of Cards” izleyince bir İK Çalışanı ve Endüstri Mühendisi olarak yazmadan duramadım. Yazdıklarım yaşadıklarım ve gördüklerimden yola çıkarak, sadece yönetim açısından bir değerlendirme.

Yaklaşık 10-15 yıl önce parti adı önemli değil, 2 belediye başkanı adayı televizyonda tartışıyordu.  (Demek ki o zaman daha şeffaf bir dönemdeymişiz.) Kurumlarda da şeffaf, açık olmak, verileri-bilgileri-gidişatı çalışanlarla paylaşmak, zaman zaman doğru katılımcılarla tartışmaya açmak-değerlendirmek, kurum performansını oldukça olumlu yönde etkileyen uygulamalardan.

Neyse, bir aday; Türkiye’de mevzuat eksik derken, diğer aday ise mevzuat tamam ama zat eksik diye görüşlerini paylaşıyordu.

Endüstri Mühendisliği eğitiminin verdiği sistem bakış açısıyla ilk yıllarımda her zaman “sistem olmalı, çalışan gitse de sistem çalışmalı” derdim.

House of Cards’ı izlerken de (henüz bitirmedim ama) kafamda güncel sorunlarımızı bu yönde değerlendirmeye çalıştım.

Bir diziden de olsa, görebildiğim kadarıyla Amerika’nın gücü “sistem anlayışı”na dayanıyor. Başkan, meclis, kongre, yargı, FBI, CIA sürekli birbirini gözleyen, denetleyen çeşitli organlar. Dizinin bir bölümünde, bir soruşturma nedeniyle Başkan’ın günlük programını inceleyen bir savcı, bir sürekliliği sorgularken, Başkan’ın evlilik terapisine gittiği (daha doğrusu bu farkettiriliyor) farkediyor. Ve savcı, terapiste iki soru yöneltiyor.

1. Başkan, sizden soruşturma konusu olan bıdıbıdı ile ilgili görüş aldı mı ?

2. Başkan herhangi bir ilaç desteği aldı mı ? (Yani ülkeyi yönetebilecek akıl sağlığına sahip mi ?)

Evet sistem çok güçlü. Peki (sonradan olan) Başkan Underwood (yani Kevin Spacey), bu kadar güçlü bir sisteme rağmen dizide görülen başarıları nasıl sağlayabiliyor ?

Çünkü sistem kadar birey de önemli. Her sistem, insan tarafından sabote edilebilir, kötüye kullanılabilir. Bunu önlemenin yolu yok ne yazık ki.

Bu nedenle hem güçlü sistemler kurmalı hem de insanları doğru eğitmeli, doğru seçmeliyiz.

Bugüne kadar liyakat (geçmiş başarı performansı, birikimi, eğitimi v.b.) nedeniyle yapılmayan tüm yapılanmalar nedeniyle yaşadığımız sıkıntıları yaşamamak adına, kamudaki tüm yapı bu bakış açısıyla gözden geçirilmeli.

Artemiz Güler

 

 

– Sistem versus insan konusu, benim başka vesilelerle blogumda geçmişte çok işlediğim bir konu. O yazıların genel tadı şu: Sistem hojdur ama ruhu öldürür. Ama ne yazık ki -çok istemesem de- bunu kısmen göze almak zorundayız (iki kötüden iyisi mantığı).

– Sistem deyince ilk çağrışım: kurumsallaşma ve Hasan Baltalar. Selam çakmak lazım.

– Çok özetle, kurumsallaşmayı, kişilerden bağımsızlaştırma olarak tanımlıyorlar. Bence burada kurumsallaşma kavramında bir anlam kayması oluyor. ‘Tek düzen’, ‘salt mantıksal bir model’ çağrışımı yapıyor. Beni rahatsız eden bu. İnsan faktörü fazla ezik.

– Gene de fan’ları için ‘sistem’ konusuna girersek.. Başka beni rahatsız eden şeyler de var, mesela iş tanımları. Kurumsallaşmanın ön koşulu olarak lanse edilir ama her zaman sorun kaynağı olmuştur. Ben onun yerini tutabilecek bir kavram olarak süreç tanımlarını görüyorum. İşlere indirgemeden. Süreç, görevlerle/işlerle senkronize edilebilir (flu kalan eklem yerlerini insan aklı telafi eder).

– Hatta bunun için uydurduğum terminolojim var: Bulanık (fuzzy) işleyiş ve açık sistem diyorum (her an yeni girdilere açık).

Ahmet Eryılmaz

http://www.ahmeteryilmaz.com.tr